Aşağıdaki satırlar bir kaç kişiye yönelik yazılmış olduğundan satırlardaki mesajların muhatabı olmayan arkadaşlarım kusuruma bakmasın ama eğer metnin sonundaki iki satırı okursalar makalenin yazılma amacını anlayacaklardır. Sonra metnin tamamını okuyup okumamak kendi taktiriniz.
“İşin aslı ben çok sıkı bir sosyal medya kullanıcısı değilim, yakından takip ederim ama çok sık paylaşım yapmam. Bazen de bu genellemenin dışına çıkmaz zorunda hisseder, sosyal mesaj içerikli paylaşımlar yaparım. Dün akşam da öyle oldu. Akşamın saat onunda, bilenler için zeten sıkıntılı olan Esat Caddesindeki fırının önünde, takım elbiseli bir arkadaş, aracının dörtlülerini yakmış yolun solundan ikinci sıraya aracını park etmiş. Bırakın otobüsü normal araçlar bile geçerken sıkıntı çektiğinden, otobüs yaklaşık 5 dakika bu arkadaşın arabasını çekmesini bekledi. Tüm bunlara rağmen benim dikkatimi iki şey çekti. Otobüs şoförüne “ne var, ne olmuş, altı üstü bir ekmek aldık, bekleyemedin mi” diyen araç sahibinin yakasındaki rozet ve arabasının arka camına yapıştırdığı pardon kaplattığı tuğra motifli resim. Ben de o an içerikleri çok da ehemmiyetli değildi belki ama Osmanlıya yabancı olup Osmanlıcı geçinenlere yönelik ince mesajlar içeren iki paylaşım yaptım, yapmaz olaydım.
İşleri ve memuriyetleri nedeni ile kendilerini yakınen tanıdığım bazı arkadaşlar benim paylaşımıma verecekleri tepki ile kendini açık etse içinde bulunduğu konumunun, menfaatinin zedelenmesi kaygısıyla direk mesajlar atarak “çağa ayak uydurmuş, Osmanlıcı görünme heveslisi” olduğumu imasında bulunmuşlar, hatta belirtmişlerdi. Onlar bu mesajları atınca onlara cevap vermektense kendimi sorgulamayı tercih ettim nedense. Gerçekten haklılar mı dedim. Birden aklıma Birol Güven’in şans eseri rastladığım bir röportajına geldi. Spiker 80′ler dizisinden dolayı Birol Güven’e “çağa mı ayak uyduruyorsunuz?” diye sorduğunda Birol Güven “biz zaten bu tarz diziler yapıyorduk, çağımızın anlayışları bize yaklaştı” tarzında bir cevap vermişti. Bizim ki de o hesap.
Çağımızın tuğracı arkadaşları Osmanlıdan bihaberken çok şükür ki biz atalarımız kimdir necidir diye tanımaya çalışıyorduk. Bu Osmanlıcı tayfası İstanbul’un fethini bilmezken Zafer Öztürk Hocam 1998 de liseye kaydımızı yaparken sorduğu soruya verdiğimiz cevabı sevmiş olmalı ki, benim bildiğim iki sıra birden atlayıp, bize tarihi bir okul numarasını vermesini onur kabul etmiştik. Hatta bu onuru sevince çevirip sevincimizi kutlayalım diye okul harçlıklarımızla şeker almışlığımız vardır. Belki çocukluk heyecanları, kendini kabullendirme yaklaşımlarıdır diyebilirsiniz ama şükür bizim yakamızda 2003′den önce de Türk Bayrağı rozeti vardı. Ayrıca biz bu rozeti okul köşelerinde tesbih sallayıp ortam yapalım diye değil biri “niye takıyorsun” diye sorar da şanlı bayrağımızı, atalarımızı yad ederek anlatırız diye taşıyorduk.
Hatırlayın bundan bir kaç yıl önce tarihin sadece kanıtlanamayacak magazinsel yönünü ele alan bir dizi tanıttı bu Osmanlıcı arkadaşlara Kanun-i Sultan Süleyman Han’ı. Dizi sayesinde Sultan Süleyman’ı tanıdılar diyorum ama bugün sorsanız niye “Kanun-i” denmiş iki cümle ile ifade etmeye zorlanacaklarına adım kadar eminim. Ama yine şükür ki Harem ile Hürrem arasına sıkıştırılmış dizilerden önce de Kanuni Sultan Süleyman Han’ı artısıyla eksisiyle bilirdik.
Bir de Çarşamba akşamları yayınlanan malum diziden mi etkileniyorsun diyenler var ki onlar daha da bir vahim noktadalar. Ama onlar da bilsinler evet haftada bir tek çarşambaları televizyon izliyorum ama “Diriliş” dizisini ilk bölümünün bir dakikası hariç hiç izlemedim, izlemiyorum. Böyle bir diziyi de doğru dahi bulmuyorum. Daha İstanbul’un Fethini elindeki kaynaklardan tam ortaya koyup bilimsel ve tarihsel olarak kabul ettirememiş bir kültür, elinde yazılı kaynağın olmadığı, her türlü aksi iddia edilebilecek bir miteoloji ile Osmanlının atalarından destan değil anca tartışma konusu yapar ki öyle oluyor. İlla bir tarih dizisi izleyecek göğsünü kabartacaksan aynı kanalın “Filinta”dizisini izle En azında ayakları daha çok yere basıyor.
“Diriliş” dizisiyle etkileyici sözler öğrenip kendinize dersler çıkarmak istiyorsanız ise Yunus Emre, Mevlana, Şems orada sizi bekliyor. Tarihinizle kahramanlık taslamak istiyorsanız ise 600 yıl ayakta kalmış ve 3 kıta 7 denize hükmetmiş Devlet-i Ali Osman var, en sondan başlayıp biraz bir şeyler öğrenseniz kahramanlığa yeter. Ha bu satırlardan sakın “Diriliş” dizini “Ertuğrul”u küçümsediğim sonucu çıkmasın. Ben farklı bir noktadayım.
Ezcümle; biz dün ne düşünüyorsak bu gün de ne düşündüğümüz ortada. Bilmeyenlere güzel bir çay ısmarlar dilimizin döndüğü kadar anlatırız da. Biz dün durduğumuz noktayı bugün değiştirmiş değiliz. Bilinsin ki kendilerini bugünün öncüleri adledenler, bugünün öncüsü görünenler bizim dün olduğumuz noktadalar. Yani bugünün öncüleri bize yaklaştı diye biz dün olduğumuz noktadan çıkar, menfaat da temin etmedik şükür. Bu böyle bilinsin diye ben bu satırları buraya bırakıp müsadenizi istiyorum.”
Oh be rahatladım. Çiçek Abbas Şakir misali;
- Herkese benden çay,
- Ben istemem,
- Şakir’e yok.
19.11.2015
- Ben istemem,
- Şakir’e yok.
19.11.2015
Ankara
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder