28 Şubat 2016 Pazar

Cerattepe'den Artvin'e Yaşasın Doğa

Öncelikle aşağıdaki satırları yaklaşık iki hafta önce karalamaya başlamıştım. Bazı teknik nedenlerden dolayı yayınlamak anca bugüne nasip oldu. Tabi gün bu gün olunca bazı gelişmeler içeriğe yönelik değişikliklere neden oldu; ancak özü, amacı, hikayesi hep aynı kaldı. Doğa kaldı. Artvin kaldı. Artvinli kaldı...
Artvin; dağların arasında yamaçların düzlüklerindeki, yamaçlarda nasıl düzlük olur onu siz hayal edin, şehir. Artvin; insanından çok doğasının, doğasından önce insanının konuşulduğu şehir. Artvin; zorlukla mücadelenin, zorluklara hükmetmenin, hükmederken her şeye rağmen mutlu olmanın, okuyabilmenin, okutabilmenin, en önemlisi huzur ve sükunetin şehri. Artvin; daha on yıl önce Türkiye'nin en çok okunan ulusal gazetelerinde "Kapısına Kilit Vurulmayan İlçe" haberinin yapıldığı şehir. Artvin; "tanıtım ve imkan olsa Alp'lere gidenler Kafkasöre gelir", "Mersivan yaylalası varken Davos da neymiş" dedirten, denilen şehir.

Zekâ Ürünü Esprilerden Bip, Bipppp, Biiiipppppp’e Nasıl Evirildik?

Televizyon; sanki ülkemizin şımarık çocuğu. Yerinde durmayan, her gün yeni bir vukuatı olan, kontrol edilemeyen, kontrol edilmeye cesaret dahi edilemeyen gücün adı televizyon. Şöyle koltuğunuza yaslanıp ki artık özel TV koltukları var, kumandasını elinize aldığınızda ona hâkim olduğunuzu düşündüğünüz; ama aslında sizi avucunun içine almış kıpırdamanıza müsaade etmeyen, canınızı yakacak kadar sıkan, sıkarken acı hissettirmeyen, özünde acıtırken güldüren, güldürürken neye güldüğünüzü bilmediğiniz uyuşma hali… Televizyon; yarınlarımız olan çocuklarımızın annesi, babası, akıl hocası, evdeki bakıcısı….

14 Şubat 2016 Pazar

11 Şubat…

Bugün 11 Şubat. Aslında bir tarih 11 Şubat, öncesini sonrasını bilemediğimiz zaman içinde bir an, bir gün. 11 Şubat, kimileri için bir hatıra, bir özlem. Kimileri için acı, keder, bir son, öyle bir son ki geride kalanların dimağlarından silinmeyen gözyaşı. 11 Şubat, benim için ise bir başlangıç, doğum, gözlerini dünyaya açmış olmanın adı.

Yeni Ve Son Kez Anayasa

Bu satırları Başbakan Yardımcımız Sayın Yalçın Akdoğan’ın hafta sonu dinlediğim bir konuşmasından esinlenerek karalıyorum. Sayın Akdoğan belki muhalefeti muhatap alarak sesleniyordu ama olumlu eleştirilere, fikirlere açık olduklarını belirtiyordu. Bende kendi dünyamda fikirlerimi belirtmek en azından yarın geriye dönüp baktığımda kendimi teyit edecek bir çalışma yapmış olmak istiyorum. Aslında üniversiteden kalma bir şeyler karalama alışkanlığımı sürdürmeye çalışıyorum.

Ne “Osmanlı”ymış, Yüz Yıl Sonra Bile Sömürenler Var

Aşağıdaki satırlar bir kaç kişiye yönelik yazılmış olduğundan satırlardaki mesajların muhatabı olmayan arkadaşlarım kusuruma bakmasın ama eğer metnin sonundaki iki satırı okursalar makalenin yazılma amacını anlayacaklardır. Sonra metnin tamamını okuyup okumamak kendi taktiriniz.

Aşırı Doz İlgi Yeter, Artık İcraat Zamanı

Bitti mi? 10 Marttan beri millete enjekte edilen aşırı doz milletvekili veya adayı ilgisi sonlandı mı nihayet?
Biz hiç alışık değiliz sizi bu kadar çok aramızda görmeye, yarından sonra da görmek istemiyoruz. Biz kendi düğünümüzü kendimiz yapar, kendi cenazemizi de kendimiz defnederiz şükür. İstemiyoruz çeyrek altınınızı da yaldızlı harflele isminizin yazıldığı çelenkleri de. Sizden tek istediğimiz ülkenin düzlüğe çıkmasıdır. Ülke kazansın biz kazanırız siz merak etmeyin.

Fabrika Ayarları!

Bugünlerde herkes elektronik mühendisi maşaallah. “Fabrika ayarlanına dönmek” her konuyu çözüyor zannındalar. Farkında olmadıkları belki de sorun fabrika ayarlarında. Ya da yukarıda değişim dönüşüm olsa da aşağıda fabrika ayarlarını dönmeyi engelleyen teknolojik durumlar parçalar var. Bir bakış açısı da aslında herkes bunun farkında da farkında değilmiş gibi bizi avutuyorlar. Şahsım adıma çok avunduğumu söyleyemem; ama birilerinin çıkıp bu arkadaşlara gerçekleri anlatması lazım.